Günümüz dünyasının kriterlerine göre bakacak olursak Hz. Muhammed (s.a.v) “başarısız” birimidir. Çünkü 23 yıl süren peygamberlik” hayatının sonunda “beş parasız” bir yoksulmuydu. Bu mantığa göre o, hayattaki fırsatları iyi takip edememiş, “köşeyi dönmek” için önüne konan fırsatları değerlendirememiş yoksa aklını iyi kullanıp durumunu düzeltemeyen birimiydi. Çoluğuna çocuğuna zengin ve refah dolu bir hayat yaşatamamıştır.
Eğer devlet malını zimmetine geçiren birisi olsaydı, toprak evde oturmaz, kapısına gelen sütannesi için bile karısından para isteyecek duruma düşmezdi. Evet, günümüz kriterlerine göre Hz. Muhammed “zengin” olamadığı için hayatta başarısız birisi olarak görülebilir! Öyle ya, toprak evde oturuyor, çardaklı evi (villası) yok, katı yok, yatı yok; bunun neresi özenilecek, örnek alınacak bir hayattır?
Öyle mi? Zenginlik bu mu acaba? Tam tersi, Hz. Peygamber çok zengin birisiydi! Hem de akla hayale sığmayacak kadar büyük servetlerin sahibiydi. Ama nasıl?
Bu zenginlikten ne anladığınıza bağlı Görüyoruz ki o, “bilinçli bir tercihle” mal mülk zenginliğini seçmedi. Elinde, imkânı olmasına, fırsatlar önüne serilmesine rağmen böyle bir yolu tercih etmedi. Neden? Çünkü Kur’an’da, daha ilk Müddesir suresinde böylesi bir talimat almıştı. Keza herkesin bir solukta okuyup geçtiği “inna ateyna” diye bilinen Kevser suresinde, mala mülke sahip olmadığı halde zaten “çok zengin” olduğu ve daha da olacağı beyan edilmişti.
Gel gör ki Yurdum insanı, Kur’an’ı teberrüken okumayı, ölülerin arkasından okuyup üfürmeyi bırakıp, düşüne düşüne (tertil ile) bir okumaya başlasa, bunun böyle olduğunu görecek. Bakın nasıl? Sen ey yalnızlığa bürünen! Kalk ve uyanışı başlat! Haykır: Allahuekber! Güzel ahlâkı kuşan! Kötülüğe bulaşma! Servet yığma hayallerine kapılma! Daima Rabbinle birlikte ol ve güçlüklere göğüs ger!” (Müddesir; 74/1-7) 7. ayette şunlar denmek istenmiş oluyor: “Çoğalma (istiksâr) temenni etme” Yani: Yapacaklarını getiri beklentisiyle yapma. İyiliği yay ve yaşa ama iyilikten geçinen, onu para, makam, mevki elde etmenin aracı olarak görenlerden olma.
Yaptığın peygamberlikten dolayı maddî karşılık bekleme. Senin ecrin Allah’tandır. Allah’ın peygamberi olmanın getireceği ayrıcalığı, zengin olmak için atlama tahtası olarak kullanma. Din baronları gibi ayet alıp ayet satma. Din istismarcılığından uzak dur! Sadece Allah rızası için, sırf iyilik için çalış.
Peygamberliği kazanç temin edilen bir meslek olarak görme. Allah’ın dini üzerinde sektör oluşturulmasına asla izin verme. Şu Kâbe’deki tanrı ve kutsallık istismarına dayalı dini oligarşiyi yık! Bir zamanlar İsa da mabede girerek masaları sandalyeleri din adamlarının başına çalmış ve “Allah’ın evini ticarethaneye çevirdiniz, ey engerek soyu!” diye haykırmıştı…
Çünkü Allah’ın evi kazanç kapısı değildir. Din sektör, vahiy meta, peygamber pazarlamacı, sana inananlar da müşterin değildir! Bunlar üzerine kurulmuş her örgütlü dini yapıyı dağıtmak senin en temel görevlerin arasındadır. Din yalnızca ve sadece Allah’a has kılınmalı, vicdanın ve merhametin “yalın sesi” olarak kalmalıdır…
Talimat, Tabiki ki Hz. Peygamber yapacağından verilmiyor. “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” mesajı var burada; ey din tacirleri, din baronları, ayet alıp ayet satanlar, din üzerinden, Allah, kitap, peygamber diye diye servet yığanlar! Bakın Kevser suresinde de ne deniyor. “Biz sana bol nimetler verdik. Şu halde Rabbine yönel ve saldırılara göğüs ger. Sana kin besleyendir asıl kökü kuruyacak “olur.
Ayette “Biz sana Kevser (bolluk, zenginlik) verdik” ifadesinin, mal, mülk verdik; zengin yaptık anlamında olmadığı anlaşılıyor. Çünkü bu ayet indiğinde Hz. Peygamber öyle malı mülkü çok olan zengin birisi değildi. Peki, nedir o halde verilen kevser? İşte bu tür iddialara karşı deniliyor ki: “Biz sana kevseri verdik. Sen onlara aldırış etme. Biz sana toplumda saygın bir yer verdik. “El-emin” olarak biliniyorsun. Muazzam bir ahlaka sahipsin. Doğruluk ve dürüstlük abidesi bir yaşantın var.
Biz sana bunları zaten vermişiz. Asıl zenginlik budur. O sana karşı çıkanlar, böyle giderse bir yere gelemeyecek, sönüp gidecek diyenler var ya, işte onlardır asıl sönüp gidecek olanlar.”
Hz. Peygamber, hiçbir savaşta kaçtığı görülmedi. Kendisinden bir şey isteyene hayır dediği vaki olmadı. Arkadaşlarının (sahabe) arasına karıştı. Kendisine taht yaptırmadı, yüksekçe bir yere oturmadı, din adamı kisvesine bürünerek kasılmadı. Dışarıdan bakıldığında onu diğerlerinden ayıramazlardı. Arkasından, sağından solundan korumalar gibi yürünmesini istemedi. “Bizde efendi kavmine hizmet edendir” diyerek arkadaşlarına su dağıttı. Nereyi bulursa oraya, hatta kapının eşiğine bile oturdu. “
Kuru hurma yiyen bir kadının oğluyum dedi. “Bende sizin gibi bir insanım ancak bana vahyolunuyor” dedi. Yani bende sezin gibi insanım, eleştirilebilirim, yanlış yapabilirim, hata edebilirim dedi. Günde yetmiş kez Tevbe ederdi. Birisine bir yanlışı olsa, bir nezaketsizlik yapsa hemen özür dilerdi, bağışlanma isterdi…
Ve Peygamberlere varis olunmaz” dedi. Maddi hiçbir şey bırakmadığını söyledi. Eşleri çardaklı ev, hizmetçi vs. isteyince vahyin 11. talimatını hatırlattı; Ben buyum ve hiç değişmeyeceğim. Yığmak, biriktirmek yok. Eğer istiyorsanız sizi donatayım ve boşanalım dedi.
Hayır, buna razıyız dediler ve maddi hiçbir birikimi olmadan vefat etti. Bugün milyonlarca insan onun ismini anınca elini göğsüne götürerek adını anıyor, salâvat getiriyor. İşte Kevser budur. Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi tefeci bezirgânlar, mal mülk sahibi para babaları, ona kin ve düşmanlık besleyenler ise, ya bilinmiyor ya da anıldığında lanetle anılıyor. İşte soyu kesilmek de budur. Bakın, kervanlar, develer, katlar ve yatlar…
Bunların hiç birisi mezara sığmadı, sığmayacak. Hiç birisini götüremezler. Güç sahipleri, yığanlar, biriktirenler, paylaşmayanlar, bölüşmeyenler, şu an egemen görünseler de, kökleri kurumaktan kurtulamayacaklar.
İçine girdikleri açgözlülük yarışının ve biriktirme hırsının, hayatı çekilmez hale getirdiğini, giderek bir kargaşa ortamına ve cehenneme doğru yuvarlanmakta olduklarını kendi gözleriyle görecekler. Çaresiz, yine ebter olmaya mahkûmdurlar.
El-eminler, erdemliler, dürüstler, hak ve adalet aşıkları, paylaşanlar, bölüşenler, şu an zayıf ve güçsüz görünseler de, bu kafayla bir yere gelemezseniz, sönüp gideceksiniz dense de, büyümeye, çoğalmaya devam edecekler. Allah’ın sevgi ve merhameti kevser olup üzerlerine yağacak. Baki kalan şu kubbede kazanan yine onlar olacak; bundan hiç şüpheniz olmasın.
Allah vaadinden dönmez. Geçmişte olanlar, gelecekte olanların teminatıdır. Şurası unutulmamalı ki bütün maddi zenginlikler ( ebterdir; soyu kesiktir, yok olucudur. Gönül, ruh ve ahlak zenginliği (kevser) ise ebedidir, kalıcıdır. Kur’an şöyle der: Baki olan iyilik, güzellik ve doğruluk için çalışmaktır. Sonuç olarak istiksar, kevser ve tekasür kavramlarının birbirine bağlantılı bir şekilde ele alındığı bu surelerde, Hz. Peygambere yönelik “sana, sen” diye hitabedilen yerlere kendi ismimizi koyarak okuyalım. Aynı şeylerin bizim için de geçerli olduğunu göreceğiz. Çünkü bu sureler bütün canlılığı ile hayatın içinde yaşıyor. “Yaşayan Kur’an” bu demektir, insanlar dini büyü, peygamberleri büyücü sandılar…
(Not. Bu yazıda İ. Eliacık’ın yazılardan alıntılarda vardır.)