İnsanların ve toplumların dini inançları nasıl oluştu. Dini yaşamak toplumların kültürü ile oluşur. Toplumları da kültürleri oluşturur. Kültür medeniyettir, milletlerin yaşama ayakta kalma süreçleridir. Ancak İslam, dinini kabul eden, Ortadoğu ve Arap ve diğer Dünya milletlerinin kültürü İslam dinine çok fazla bulaştırılmıştır. Bu toplumların kültürü yaşantıları da din gibi anlaşılmıştır. Zamanla bu kültürler vahyin önüne geçti ve kültürler, kitaplaştırıldı.
Dinin özüne yeniden dönmek yaşamak istiyorsak, kültür ve geleneklerin vahiy’den ayrıştırılması gerekmektedir. Zira kültür ve gelenekler İslam dinin temelindeki virüsler gibi olmaya başladılar, bu da tevhid inancını gölgede bıraktı. İslam dinini kabul eden ülkelerin, kültürü İslam dini gibi algılandı ve anlaşıldı. Böyle olunca da neyin vahiy, neyin kültür olduğu karıştırılmıştır.
Müslüman gibi görünen yaşantıları İslam’la hiç bağdaşmayan toplumlar, İslam ümmeti fırkalara bölündü, bölünen toplumların her bir fırkası da İslamı kendi perspektifinden anlayarak kendinin haklı olduğunu ve dini en iyi kendisinin temsil ettiğini ileri sürmüştür. İnanan toplumlar akıllarını merhamet ve vicdanlarını hiç kullanmadılar. Müslümanlar için en sıkıntılı hususlardan biriside yapılan ibadetlerin bilinçsiz eylemlere dönüşmesidir.
Şekilden öteye geçmeyen ibadetler, çoğunlukla amaçsız bir eyleme dönüşür.
İnsanlar adeta ait oldukları toplumdan gördükleri ibadet biçimini taklit veya tekrar ederek yaptıklarının mutlak doğru olduğu zannıyla hareket ediyorlar.
Etnik ve mezhebi farklılıkları, müslüman kimliğinin üstünde tuttular. Mezhepler, tarikatlar, cemaatler Tevhid dininin hissedarları oldu. İnsanları da bu hisseli dine, din diye inandırıldı. İnsanlar bir din duydular, duydukları dine mensup olmuşlar, ancak inandıkları dinin özünden bihaberler. İnsanlar inandıkları dine, biraz kültür, biraz geleneklerini birazda kendi asabiyetlerini katarak din diye yaşıyorlar. İslam ülkeleri maalesef model toplum olamadılar. Bunun bedelini de inandıkları, fakat özünü yaşayamadıkları dine fatura ettiler. Böyle olunca da din yetim ve öksüz kaldı. Her gelende dine bir tokat tekme attı.
Din, dini yanlış anlayandan ve uygulatanlar tarafından dayak yedi. Böyle olunca da yetim ve öksüz kaldı. Öksüz kalan din büyüyüp gelişemedi çorak kaldı. Bugün yaşanan din, dinin özü değil, İslam ülkelerinin ortaklaşa geliştirdikleri kültür ve geleneklerdir. Maalesef yaşadığımız dinin yüzde doksanı uydurulan din ve kültürlerdir, bunlarında çoğu da şirktir.
Bunun için Kuran ayetlerini Resulullah dönemine ilişkin bilgileri anlayışları doğrultusunda kullanarak mezhepleşmiş, bilgi bulamadığı yerlerde rivayet uydurulmuştur.
Kuran’ın anlayışı dışında, günümüze kadar gelen din anlayışı bu fırkaların ve grupların din anlayışı boyası taşımaktadır. Ne yazık ki gerek hadislerin derlenip sorgulanmasında telif edilmediği, gerekse ümmetin anlayışına yön veren İslam düşünce ve bu Yahudilik kültürü toplumda alabildiğine yayılmış suyu bulandırmış ve zihinleri yönlendirmiş gerekçelerdendir.
Görünen o ki nüzul dönemi, ayetlerin mesajı veya tarihi gerçekler dikkate alınmadığı için, müphem (muallâkta) kalan noktaları geriye dönük kurgularla doldurularak adeta tamir edilmiş. Geriye dönük kurgulardaki boşlukların inşasında genellikle rüya veya Cebrail, Hızır figüranları, kullanılarak Hz. peygamberin yaşamadığı söylemediği tevhit dininin eksiklerini din, hissedarları bu yolla doldurmuşlardır.
Hâlbuki Müslümanın diyen insan, Vahiyden ve Hz. Peygamberin tebliğin izinden, anlamlı amaçtan yoksun yaşayamazlar. İnsanların kurtuluş tasavvurunun temelinde yanlış din algısı anlayışı yattığı aşikârdır. İman’ını eyleme dönüştürmeyen insanlar, İslam’a girmiştir, Ancak İyi bir mümin görünümünde değiller.. Tevazu içinde olmayanlar kibir’e kapılırlar boş karalayıcı sözler söylemekteler. İnsan kedisine değer katacak, eylemler söylemlerin zincirine halkası olmalıdırlar. Aksi takdirde İnancı uğruna inandığı değerlere karşı titizlik, göstermeyenler hoş görüşlü bir insan sayılmazlar.
İslam ülkelerindeki yetkili kurumları ve Türkiye’de kendini tek yetkili kurum sayan, Diyanet işleri kurumu bu gidişihata müdahale etmezse yakın zamanda İslam toplumlarının dini inançları Hindistan’ da yaşanan Budizm inancına dönüşecek. Her köşede bir Tarikat ve cemaatler oluşacaktır.
Müslümanım diyen İnsanlar, bunları da görmezden, gelecek ve haddi aşmış cahil insanlardan hiçbir farkları kalmayacaktır. Kendi beşeri görüşlerini ve ihtiraslarını imanın bir parçası gibi görenler. Bu yaptıkları hareketlerin de doğru olduğuna inanmaktalar. Kitabi bilgisi olmayan, kitabi bilgiden yoksun olan bu kişiler, her duyduğuna dinin emri gibi sarılan insanlar, neticede radikalleşir, fanatik bir din taraftarı olurlar. Kendi cemaat görüşlerinden başkasını, din diye kabul etmeyen, bu insanlar topluma güven vermemektedir. Bunun bedelini hem din, hemde az sayıda dini bilenlere vebal çektirmektedirler.
Bir taraf olma, bahanesi ile maddiyat için dinin hükümlerini çığrından çıkarıp işlersiz hale getirdiler. Tarikat ve cemaat TV, kanallarındaki hocalar, cahiliye Arap toplumunun din ve ibadet anlayışı gibiler. Günümüz müslüman toplumları din yerine Kuran’a uzak duran insanların görüşleriyle hareket etmektedirler. Bugün çekilen sıkıntıların sebebi, asabiyet kültürünü din diye anlayanlar, indirilen dine karşı uydurulan din ve kültür, Meshep, meşrep, fırkacılık getirdiler. Cemaat önderlerini Veli Evliya ilan ettiler.
Tek İslam’ı fırkacılığa feda ettiler, Efendilerini Ahiret’te kurtarıcı kabul ettiler. Yirmi üç yıl vahiy alan, Hz. Peygamberi de, Sema’ya, Hz. İsa’nın yanına komşu gönderdiler. Ellerinde zikir makinesi ile Cuma namazı kılmaya gelenler, İlahlaştırdıklar peygambere binlerce zoraki, salâvat getirip göndermekteler.
Haddinden fazla övgü gayedeki hikmeti yok eder. Bir şeyi övmek bir başka yanlışa düşmektir. İslam ümmetini ne yazık ki bu yanlışa düşürmüşlerdir.
Siz Müslümanları görmeden, tanımadan Kuran okuyarak müslüman olun. M. İkbal. Kuran’dan almalıyız ilhamı, asrın gerçeğine sunmalıyız islamı. M.Akif Ersoy.