EL-Melik: Mülkünde mutlak otorite sahibi olan demektir. Melik, in mülkünde otorite sahipliği kayıtsız ve şartsız sınırsız ve Limitsiz eşsiz ve benzersizdir.
Mutlak hâkimiyet o gün yalnızca mutlak gerçek olan Allah’a ait olacak. 25-Furkan/26.
Nemrutların, Firavunların, Kralların ve Padişahların Allah’ın yeryüzündeki gölgesi halifesi olma iddiası şu şekilde gelişmiş ve başlamıştır. Eski mısır da Firavunlar kendilerini tanrı’nın oğlu ilan etmişlerdi. Bunların en meşru isis-osiris-Horus du. Aynı şey Sümer tanrıları için de geçerlidir.
Zira Sümer tanrılarının hemen hepsi, Eski Sümer yöneticileriydi. Sümerler hükümdarlığın gökten indiğine indirildiğine inanılırdı. Asur ve Babil’de krallar tanrı adına iktidarı kullanırdı. Kendilerini Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi sayarlardı. Bu gelenek onlardan Pers krallarına geçmiştir. Yani günümüzün İran’ı.
Çinlilere göre kral göklerin kralının yerdeki temsilcisidir. Hatta bazı hanedanlar kendi soylarının krallarını tanrılaştırdılar.
Hindistan da yönetici ile tanrılar arasındaki sınır hepten yok olmuştu. Zerdüştlükte AHUR-MAZDA, Hükümdar tanrıdır.
İranlı Abbasi veziri ibnul-Mukaffa bu tanrılaşma düşüncesini İslam siyasetine ilk taşıyan şahıstır. Daha sonraları İslam ülkelerindeki padişahlar, Halifeler Allah’ın yeryüzün deki gölgesi, Zıllullah Ard anlayışının kökeninde, Zerdüşt lük, yatan şeyin Zerdüşt dinidir.
Orta Asya kavimlerinde Hunlarda, Moğollarda ve eski Türklerde HAN ve KAAN Tanrının temsilcisi sayılırdı.
Amerika kıtasında İnka imparatorları Tıpkı Mısır Firavunları gibi tanrının oğlu olarak görülürdü.
Japonya’da Kral’ın Mikada. Güneş tanrısının soyundan geldiğine inanılırdı. Kral aynı zamanda Baş Rahip idi, Japonlar bu iddiayı Japon imparatoru ancak 1945 gibi çok yakın bir zamanda reddetmek durumunda kalmıştır.
Makedonyalı İskender Mısırı aldıktan sonra kendini tanrının oğlu olduğunu Babili aldıktan sonra da kendini Tanrı ilan etmiş ve önünde herkesi secde ettirmiştir.
Roma da İmparatoru Jupiterin temsilcisiydi, JUL-SEZAR kendini yarı Tanrı hatta en sonunda düpedüz Tanrı ilan etti.
Melik olan Allah’tan insanlar rol çalmaya kalkınca İslam ülkeleri durur mu hiç onlarda başladı hırsızlığa İbn-i Mukaffa İran asıllı vezir Abbasi halifesi Ebu Cafer Mansur-un baş danışmanı ve ünlü EL-Edebus Kitabının da yazarıdır. İslam tarihinde Sasani modelini İslam devlet Yönetimine taşıyan şahıstır. İbn-i Mukaffa’ya gere Ahlak itaat ahlakıdır. Bu aynı zamanda adalet kavramının itaate dönüştüğü noktadır. Devlete itaat modeli ise sasani tarihinden kopya edilmişti. Sasani Devletinin kurucusu 1.inci Ardeşir’dir.1-inci Ardeşir ülkesinde din adamlarıyla sözleşme yapıp onları devlet yönetimine katarak Zerdişlüğü devletin resmi dini ilan eder Tapınakları devletin koruması altına alır, Din ve devlet tek bir elde toplanmıştır. On beş yıl iktidarda yaptığı din’i siyasi,
Sosyal reform ve bütünleştirmeler sayesinde, Pers Halkının gözünde efsanevi kişilik kazanır. Ardeşir devletin birlik içerisinde ve güçlü bir bicimde ayakta durmasını bir tek esasa bağlar oda din.
Çünkü din devletin temeli ve orta direğidir. Dahası bir devlet dini koruduktan sonra ancak devlet olur. Devlet için nasıl bir temel atıcı Lazımsa din için de bir koruyucu gerekir.
Çünkü koruyucusu olmayan şey zayi olurdu. İşte bu Sasani din devlet ilişkisi Abbasi modeli olarak ortaya çıkar Maverdi bu tezi olgunlaştırır. Devleti dinin koruyucusu ilan eder, bu tarzı İslamlaştırır.
Oysaki din’in korumasının devletin eline bırakılması 1.İnci Ardeşir nin vasiyetidir. Ve Maverdi den önce hiçbir İslam âlimi din’in korumasını devlet görevleri arasında sayan bir satır yazı yoktur. Müslümanların Hz peygamber den beri gelen imanı bilinçlerine göre dinin koruyucusu Allah’tır başkası değil.
Mesajı biz indirdik, koruyacak olan da biziz. 15-Hicr/9 ayeti.
Fakat İbn Mukaffa ile başlayıp Maverdi ile zirveye ulaşan bu model Allahın koruduğu dinin yerine devletin koruduğu dini geçirmiştir. Tabi ki Allah din’i o din’in saliki olan ümmet eliyle korur. Ne var ki bu modelde ümmetin yerini devlet almıştır.
Bu ise şu büyük tehlikeyi doğurmuştur, Devlet ve devleti yönetenler, Zulüm ve haksızlıklarını meşrulaştırmak için dini Sütre olarak kullanmışlardır. Onların zulüm ve haksızlıklarına karşı çıkanları da Dine karşı çıkmak ile suçlamışlardır. Giderek din ve Devlet o kadar iç içe girmişti ki artık dine ait olanla devlete ait olan seçilip ayrılmaz hale gelmiştir.
Tabi ki bu çarpık ilişkinin kabarık faturası çoğu kez din ödemek zorunda kalmıştı. Zira devlet dini sahiplenince onun gerçek sahibi olan Allah’tan ve Allah’ın ona yardımı kendilerine emrettiği ümmetten de korumaya kalkışmışlardı. Ümmetin devletin zulmüne karşı dine sığınınca. Zalim yöneticiler din benim yanımda dolayısıyla seni elimden kimse alamaz tavrı sergilemişlerdir.
Nebevi siyasetten bir sapma olan bu durum İslam tarihinde saltanatın İslamileştirilmesi neticesini doğurmuştur. İmam Azam Ebu Hanife ölümü pahasına devlette baş kadılık görevini almamakta direncinin arka planında yatan kaygı bu idi. Abbasi halifesi Ebu Cafer Mansur eliyle öldürülen imam bu yüzden beni gasp edilmemiş bir toprağa gömün vasiyetinde bulunmuştur. Bu süreç dine değil devlete yaramış, devlet dini kullanarak kendini dokunmaz kılmıştır.
Yönetime baş kaldırmak ise dine karşı çıkmaktı,Bunun bedeli ise şeriatın kestiği parmak acımazdı. insanları bu şekilde katlettiler,Zulüm ettiler.Ve din’i el kol kesen insanları asan kurum ilan ettiler.İslam dini maalesef bu zulüm bataklığına ortak edildi ve itildi..
Muavine bin Ebu sufyan Devletin dizginlerini eline geçirdikten sonra Vallahi ben Müslümanların ilk melikiyim itirafında bulunmuştur. Din’in jandarması olmaz, din insanlara emanettir. Devlet din’i korursa, Din’in arkasına saklanır din adına zulüm işler dindarları katleder.
2-bakara:247-258-67. Mülk/1-2-30-42. Şura/49-50,-25-/Furkan/1-2. 49-Hucurat/16.ayetlerini okuyunuz.