Medeniyet, soyut değerler ve somut aletlerden” oluşur. Soyut değerler düşünce, din, sanat, felsefe, ahlak, hukuk vs. somut aletler mızrak, karasaban, top, tüfek, uçak, telefon, bilgisayar gibi aletlerdir.
Bir Medeniyetin alçalıp/yükselmesinde alet ve değerler önemli olmakla birlikte, “Yaratıcı Kudret” in katkısı sonsuzdur.
“Ardından ve önünden takip edenler vardır. Allah´ın emriyle onu gözetirler. Şüphesiz ki bir kavim, kendini değiştirmedikçe; Allah da onları değiştirmez. Ve Allah, bir kavimin fenalığını dileyince; artık onun önüne geçilemez. Allah´tan başka onları koruyacak birisi de bulunmaz.” (Ra’d -11)
Şimdi bu ayet üzerinden bir medeniyet tefekkür edilebilir.
İnsanlık tarihi onlarca medeniyetten bahseder. Bu medeniyetlerin çoğu tarihin tozlu sayfalarında donmuş beklemekte veya ölmüş haldedir. Kalıntılarına ulaştıkça, bir zamanlar bu medeniyetlerin yaşadıkları anlaşılmaktadır.
Medeniyetlerin inşası veya yıkılışı, “Sosyal-Kültürel Antropoloji” konusu olmakla birlikte en doğru bilgi, Dinler Tarihinde bulunabilir.
Kuran’a dayalı “İslam Medeniyeti” varlığını bugün sürdürmektedir. Bunun ötesinde zorlamayla da olsa Hıristiyanlığa dayanan “Batı Medeniyeti” yaşatılmaya çalışılmaktadır.
Geçmiş bakiyelerden de anlaşılıyor ki, Mezopotamya Havzası uygarlıkları olarak bilinen (Sümer, Asur, Akad ve Babil vs.) ile insanın ayak bastığı dünyanın diğer yörelerinde ki medeniyet kalıntıları, hiçbir taraftarları kalmadığı ve insani değerleri muhafaza edilemediği için etkileri zayıflamıştır.
Bir medeniyet (Sosyal Sistem), toplumların refah ve huzuru sağlamayı, o toplumun “can, mal, nesil, namus ve din” değerlerini korumayı vadeder. Bu fonksiyonu yapamadığında da canlı hayat planından çekilmiş olur.
Diğer taraftan medeniyetler “adalet, emanet, ehliyet, meşveret, maslahat, gibi kural ve değerleri bünyesinde yaşatamadıkları, “iyilik, güzellik, doğruluk, sevgi, merhamet” (Maruf) gibi insani evrensel değerlerden uzaklaştıkları zaman Kur’an’ın ifadesiyle yok olurlar.
Demek ki bir medeniyetin ömrü, başlıca ortak iyinin iktidarıyla (ADALET) le doğru orantılıdır.
Ne zaman ki medeniyetin özü olan “adalet, emanet, ehliyet, meşveret, maslahat” otoriteye, diktatörlüğe ve saltanata dönüşür, dünyada işlere zulüm karışır ve zulüm anılır, yöneticileri kendilerini yeryüzünde tanrının vekili, oğlu, gölgesi görürse, o medeniyetlerin hayatta kalma süreleri çabuk tükenir.
Şimdi insanlık; iyi, güzel doğru ve adalet adına ne kazanmışsa ki, (İslam kazandırmıştır) onları sürdürmesi, yeniden yorumlayıp, doğrusunu yaşayıp eğrisini bırakması zamanını yaşıyor…
Bu görüşe insanlığın şiddetle ihtiyacı vardır.
Batının bilinçaltında yatan şey, Geçen bin yıl boyunca hep korku ve tedirginliktir. Oysa İslam doğduğundan beri, batıya yönelmesinin sebebi, bu korku ve tedirginliği gidermek içindi… Fakat batının taassubu bunu anlamadı ve bunu göremedi.
Şimdilerde; Batıya şifa sunan İslam dünyasında mutlak monarşi hâkim… İstedikleri kadar zengin olsunlar, petrol içinde yüzsünler, din anlayışı bakımından geçen bin yılın kalıplarıyla düşündükleri müddetçe, bu kalıpları değiştirmedikçe, İslam bir adım bile kıpırdayamayacak, cahiliyet batağında boğulacaklardır.
Şu an Müslümanlar Ashab-ı Kehf’e dönmüş durumdalar… Uzun bir uykuya dalmışlardır… İslam hayattan çekilmiş, köprülerin altında çok sular akmış, dünya bambaşka bir dünya olmuştur. Müslüman geçmişe mi, bugüne mi, hangi zamana ve çağa gideceğini bilmediği için şaşkındır…
Türkiye de dinin resmi ve sifil kanatı mezhep, tarikat cemaatler maalesef verdiği fetvalarla uykuda olan ümmete adeta ninni söylüyorlar.
Bunun için; “Yeni bir dinden değil, yeni bir din anlayışından” bahsetmek lazım ki, İslam yurtları hep birlikte ayağa kalksın…
Bu yazıda Mahmut Akyol hocamızdan alıntılarda var.